Hepimiz belli belirsiz kötü deneyimlerden geçiyoruz. İster istemez bu deneyimler, etki tepki merkezinde beynimizde sinyal oluşturarak vücudumuza yayılıyor. Psikolojik yıpranma dediğimiz şeyde tam da burada etkisini gösteriyor. Kontrolsüzce oluşan duygularımız biz istesek de istemesek de vücudumuzda iz bırakır. Önemli olan duygularımızı bir şekilde kontrol edip o sinyal geçişlerinin neden olduğu izleri yavaş yavaş kontrol altına alıp geçmelerini sağlamak. Sinyal mekanizmalarına duvar ördüğümüz ve duygularımıza dikkat ettiğimiz sürece ortada hiçbir hasar kalmayacak.
Duygu varsa söze gerek yoktur. Duygularımız bizim çıkmaz bu yolda en önemli yol pusulamızdır. Fakat aşırı duygular insanı yorduğu gibi bir bataklığın içine de sürükleyebilir. “Aşırı” kelimesini hayatımızdan çıkarmak bizim için en büyük hediye olacağını unutmamalıyız. Aşırı aşk, aşırı yemek, aşırı üzüntü, aşırı kafaya takma… Aşırının yanına en güzel yakışan kelime sadece ve sadece mutluluktur. Aşırı mutluluk aşırı kendini iyi hissetmek demektir. Aşırı kendini iyi hissetmek demek stresten uzakta, huzurlu bir hayat sürmek bununla birlikte daha az sağlık sorunlarıyla da karşılaşacağımız gibi bütün güzellikleri de beraberinde gerekir. Şunu unutmayın hayat bir abaküs gibidir. Boncuklar olması gerektiği gibi sıralanmıştır. Ne eksik ne fazla. Aşırı hissedilen duygunun sonucunda kelimeler anlamını yitirip, etrafa sessizlik saçar ve sen bilirsin ki gitme zamanın gelmiş. Elveda demekten korkma… Her elveda, risk aldığın her adımın bir merhabası.
Biz insanoğlu hayattan hep mutlu olmayı dileriz. Mutlu olmak için çabalarız. Oysa Acılarımızda bizim duygularımız değil midir? Acılarımız bizi bizi yapan bakış açımızı genişleten, bizi büyüten, hayatımıza farklı anlamlar katan, doğru yolu görmemizi sağlayan, düştüğümüzde ayağı kaldırmasını bilen güçlü bir soyut bir kavram değil midir? Ondan bu kadar kaçmak neden? Beyin, acıyı hemen algılar ve ona göre tepki verir. Mutluluğu aramak konusunda tembelliği seçer. İçimizdeki hissedilen her duygunun yönlendirmesi bize ait. Acılar da yeni varoluşların perdesini aralar. Acılar, son değil başlangıçtır.
Yaşadığımız travmatik olaylar ve duygularımızı kontrol edemediğimiz zaman bazı psikolojik hastalıklar karşımıza çıkar. Özellikle şu aralar fazlasıyla artan, uyku bozuklukları ve anksiyete. Sinyaller, beynimizi boş bulduğu anda yakalar ve duvarı kırarak vücuda giriş sağlar. Bu durum kendi benliğimizin gerektirdiği kişi olmaktan çıkar ve bir kişi tarafından yönlendirilmeye başlarız. Böyle bir durumda önce zaman kavramı devreye sokulmalıdır. Unutmayın ki sizin için en önemli zaman kavramı dün veya yarın değil bugündür. Geçmişin aslında birer bitiş olduğunu unutmayın. Geçmişin sizi yönlendirmesine izin vermeyin. Varlığınızla parıldamayı bilin.
Travmatiksinyaller’in vücudumuza girişini nasıl engelleriz ?
-Ne yaşarsak yaşayalım, ne hissedersek hissedelim en önemli kural kendimizi sevmektir.
-Teslimiyet duygusunu aktif edin. Siz kabullenmedikçe yaşadığınız her neyse bu size git gide acı vermeye devam edecektir.
-“Olması gerektiği gibi.” Cümlesini aklınızdan çıkarmayın. Unutmayın ki , hayat size zıt gelse de muhteşem bir dengenin sınırları içerisindesiniz.
-Nefes, bize verilen en değerli hediyedir. Nefes almaktan korkmayın. Canlı olmak için değil, yaşamak için nefes alın.
- “AN KONTROLÜ” sağlayın, dünü unutun. Geçmişinde ki sen bugüne engel olmasın.
-Gerçek olmayan, gelecekteki olabilecek tehditler için kaygı bozukluğunuzu giderin. Hiçbir şey olmadı. Yanlış yönlendirildiğini unutma.
- HANDE AKSU